Geçenlerde eski bir arkadaşımla görüştüm. Epeyce konuştuk. Sesinden pek keyifli olmadığı anlaşılıyordu. Dayanamadım sordum;
Sesin keyifsiz geliyor, işler yolunda mı?
Sorma, sosyal medya hesabım çalındı. Geri alabilmek için günlerce uğraştım. Neyse ki adam insaflı biriymiş. Para istemedi. O kadar emek verdim büyütmek için. On iki bin takipçim var. Geri alamasaydım, çok üzülürdüm.
Geçmiş olsun.
Sağ ol canım.
Telefonu kapattıktan sonra düşünmeye başladım. Eskiden cebimizden paramız, cüzdanımız; okuldayken silgimiz, kapımızın önünden arabamız çalınırdı da ne kadar üzülürdük. Bir de şimdi üzüldüğümüz şeylere bakın!
Dijitalleşme adı altında hayatımıza giren onca güzel şey var. En önemlisi sosyal medya. Dünyanın dört bir yanında yaşayan insanlarla bir araya gelmeden tanışıyor, onların hayatlarına ortak oluyoruz. Yediğini içtiğini, gezip tozduğu yerleri görebiliyoruz.
Düşüncelerimizi paylaşıyoruz. Doğum günü, evlilik yıl dönümü gibi özel günlerimize o insanları da ortak ediyoruz. “Harika, şahane, tebrik ederim…” yorumlarıyla mutlu oluyoruz.
Şu sözü severim; “Hayat paylaşınca güzel.” Gerçekten de öyle. Bildiğini, gördüğü, özel anını paylaşmak -belli bir yere kadar- güzel elbette.
Sosyal Medya Hayatımızı Nasıl Etkiledi
Sosyal medya ilk kez hayatımıza girdiğinde eski okul arkadaşlarımızı bulmaya çalıştığımız günlerdi. Sonradan bu platformların sayıları artmaya başladı. Değişik amaçlar için ayrı sosyal medya platformları oluşturuldu. Gitgide, okul arkadaşlarımızı bulmak gibi o masumca duygudan uzaklaşmaya başladık.
Bu platformların kendilerince bir algoritması var. Bizler -platformu kullananlar- o algoritmaya göre kategorize ediliyoruz. Demek istediğimi açıkça söyleyeyim; bu algoritma bizi istediği gibi şekillendiriyor. Diyor ki bu dünyada var olmak istiyorsan, benim kurallarıma uyacaksın! İşte, zurnanın zırt dediği yer!
Ne kadar çok gönderi paylaşırsak, paylaştığımız gönderi ne kadar çok kişi tarafından beğenilir, yorumlanırsa algoritma bizi o kadar seviyor. Onun sevgisini kazanmak, daha çok kişiye ulaşmak ve takipçi sayısının artması demek. Hele bir on binlere ulaşın! O zaman “yıldızlı pek iyi almış iyi öğrenci” gibi oluyorsunuz. Birilerinin sizi fark etmesi, an meselesi.
Bütün bunlar bizleri telefonunu elinden düşürmeyen bireyler yapıyor. Eski anlamda “sosyal” olacağımız yerde o küçük aygıta bağımlı asosyaller oluyoruz. Birbirimizle gerçek anlamda etkileşim ve iletişimden uzaklaşıyoruz. Doğum günlerini bile -telefonla kutlamak yerine- buradan yapıyoruz.
Sosyal medya ile hayatımıza yeni kavramlar girdi. Bir tanesi, en başta sözünü ettiğim “hesabın çalınması.” Aslında bu o kadar da kolay bir iş değil. Niyeti pek iyi olmayan insanlar takipçi sayısı on binlere ulaşan kişilere -kendilerine o platformun yöneticisi süsü vererek- tehlikede olduklarını söylüyor. Bazılarımız bunu ciddiye alıyor ve kimseyle paylaşılmaması gereken bilgilerini onlarla paylaşıyor. Hesapları anlar içinde parmaklarının arasından uçup gidiyor. Şanslı olanlar -benim arkadaşım gibi- hesaplarını geri alabiliyor.
Bir diğeri ise “sosyal medya detoksu.” Baktınız, işler yolunda gitmiyor, ne takipçiniz artıyor ne daha fazla beğeni alabiliyorsunuz ya da çabalamaktan sıkıldınız. Bu detoks programı o zaman devreye giriyor. Biraz ara verip kendinizle baş başa kalıyorsunuz. Geri dönmemeyi, geri dönseler de bu işleri fazla önemsememeyi tercih edenler bu programı başarıyla tamamlamış oluyor.
Sosyal Medyayı Nasıl Kullanmalı
Dijitalleşme hayatımızın her alana hızla giriyor. Bu yadsınamaz bir gerçek. Dijitalleşmeye ayak uydurmayı becerebildiğimiz sürece kendimize ve başkalarına fayda yaratmayı sağlayabiliriz.
Sosyal medya platformlarını fayda yaratacak şekilde nasıl kullanabiliriz?
Bunun yanıtı, hayatımıza yeni giriş yapan “dijital marka”, “dijital kimlik” kavramlarında. Dijital marka ve kimliğin odağında beğeni, yorum ve takipçi sayısı değil, “içerik” vardır. Ortaya çıkardığınız her içerik sizi yansıtır. Nitelikli, fayda yaratan içeriğin alıcısı -takipçisi- mutlaka olur. Onlar da -tıpkı içerik gibi- niteliklidir.
Bir sosyal medya kullanıcısının mutluluğunun kaynağı, algoritmalara karşın nitelikli içerikler ortaya çıkarmaktır.
Her ne kadar beğeni, yorum ve takipçi üzerinden açıklamaya çalışmış olsam da nitelik, algoritmaların istediği bir şeydir. Algoritma; beğenilen, yorumlanan, paylaşılan gönderileri “insanlar beğendiğine göre bu nitelikli bir gönderi” diyor. Bu platformların oluşturmaya çalıştıkları topluluğun, tıpkı toplumsal kurallar gibi kuralları vardır. Hem de sayfa sayfa, uzun uzun maddelerden oluşan kurallar. Bu kuralların odağında beğeni, yorum, takipçi değil, nitelikli kullanıcılar bulunur.
Sonsöz
Sosyal medya yokken daha mı mutluyduk?
Benim için bu sorunun yanıtı hem evet hem hayır.
Yeni dolandırıcılık yöntemleri, beğenilme ve onaylanma uğruna verilen uğraşlar, insanların birbirini arayacakları yerde bu platformlar üzerinden sevgilerini ve öpücüklerini göndermesi “insana özgü değerleri” kendi eliyle değiştirmesi anlamına geliyor. Bu da birbirimizden uzaklaşmamıza yol açıyor. Sosyal medyayı bu yönüyle hayatımızda tutmak aslında iletişimsizliğin tohumlarını ekiyor.
Başkaları tarafından beğenilmeyi ve onaylanmayı bu kadar önemsediğimizde içeriğin niteliğinden uzaklaşıyoruz. Bilgi, deneyim, eğitim gibi edinimlerle yapılan işler yerini tribünlere oynanan oyunlara bırakıyor.
Ortaya çıkan bu yeni anlayışın daha çok mutsuzluk getirdiği ortada. Ancak bunu sosyal medya platformlarının özellikle yarattığını düşünmüyorum. Bu platformların ilk çıkış noktası, insanları birbirine yakınlaştırmaktı. Sağladığı bu kolaylık zaman içinde bizi tembelleştirdi ve işin özünden uzaklaştırdı. Geldiğimiz yer beğen beni, beğeneyim seni, takibe takip gibi kısasa kısas oyununa dönüştü!
Her konuda olduğu gibi sosyal medya kullanımı konusunda da özünde fayda yaratma olan her yaklaşımın bize mutluluk getireceği çok açık. İster milyonların takip ettiği bir oyuncu, ünlü bir fotoğraf sanatçısı olun, ister aile fotoğraflarınızı ya da kendi ellerinizle hazırladığınız harika kurabiyeleri paylaşın; hiç fark etmez.
Yeter ki mutluluğu içinizde arayın.
Sevgiyle ve doğal kalın.
Yorum