Dünyanın en mutlu insanı kim?
Böyle biri var mı? diyebilirsiniz. Evet, var ve mutluluk adına birçoğumuzun yapmadığı, kaçındığı bir yöntemle bunu gerçekleştiriyor.
Matthieu Ricard Fransa’da doğdu, büyüdü. Babası bir filozoftu. 1972 yılında Pasteur Üniversitesi’nde moleküler genetik alanında doktorasını tamamladı. Tibetli Budist bir keşiş olmaya karar verdi.
Matthieu’nun kariyerindeki bu değişiklik onun dünyanın en mutlu insanı olarak anılmasını sağlayan yeni kariyerindeki unvanı oldu.
Dalai Lama meditasyonun bilimsel boyutlarının araştırılması için Tibetli Budist rahipleri araştırmaya davet etti. Matthieu Ricard bir bilim insanıydı, batı ve Tibet tarzı düşünce yapısını biliyordu ve uzun yıllar boyunca meditasyon eğitimi almıştı. Bu yönleriyle araştırma için en uygun seçimdi.
Matthieu’nun beyninde mutluluk ölçümü yapan bilim insanları mutluluk seviyesinin o güne kadar yapılan araştırmalarda ölçümlenen seviyelerin çok üzerinde olduğunu gördüler. Böylece, dünyanın en mutlu insanı unvanını almış oldu.
Matthieu’nun başka yetenekleri de vardı. Bedenin doğal olarak gösterdiği şaşırma, irkilme gibi tepkeleri de meditasyonla kontrol edebiliyordu.
Matthieu Ricard gibi meditasyon ustalarından öğrenebileceğimiz en önemli konu, zihnin geliştirildiği zaman olağanüstü yeteneklerinin ortaya çıkabilmesi. Buna huzur, mutluluk ve şefkat de dahil.
Bu makalede, farkındalık geliştirme ve meditasyonun bir yaşam biçimine dönüşmesinin erişilebilir ve kalıcı bir mutluluk için önemine değineceğim.
Başlıklar
Meditasyon Nedir
Budizmde acıdan kurtuluşun yolunu gösteren, yapılması ve yapılmaması gerekenleri, aydınlanmaya (nirvana) erişmek için izlenecek yöntemleri belirleyen Sekiz Aşamalı Yüce Yol öğretisidir (Başka bir makale konusu olduğundan, burada bu öğretiyle ilgili fazla ayrıntıya girmeyeceğim.)
Meditasyon (dhyana),Sekiz Aşamalı Yüce Yol öğretisini gerçekleştirmek ve bu yolla aydınlanmaya ulaşmak için kullanılan bir yöntemdir. Yöntemin amacı ve dolayısıyla öğretinin kişiyi ulaştırmak istediği yer kişiliğinin, benliğinin kalıplarını kırarak sınırsız ve sonsuz ile bütünleşmesidir. Böylelikle kişi kendini en temel yüce gerçekle özdeşleştirmiş olur. Öğretinin her aşaması acıyı biraz daha yatıştırıp zihni sakinleştirmeye; yaşamı, varoluşu, gerçekliği olabildiğince kavramaya ayrımcı ve bütünden kopuk varlığımızı kendimizle ve çevremizle bütünleştirmeye yaklaştırır.
Rüzgar, fırtına okyanusun yüzeyinde dalgalar yaratır. Yüzeyde bu denli karmaşa yaşanırken, derinlerde koskocaman bir durgunluk vardır. Bu eşsiz derinliğe dalmak, bize başka bir dünyanın kapılarını açar. Yüzeyde görmeye alıştığımız, gerçek olduğunu varsaydığımız o çalkantı ve huzursuzluk bu dünyada yoktur. Bunların yerine alabildiğine dingin ve berrak bir esenlik vardır.
Zihnimiz de okyanus gibidir. Yaşadığımız tüm karmaşa, sıkıntı, huzursuzluk bizi yüzeydeki dalgaların bir gemiyi sarsması gibi etkiler. Zihnimizdeki bu duruma algılarımız yol açmaktadır.
Meditasyonun güncel tanımında; derin derin düşünme, düşünceye dalma, dalıp gitme gibi tanımlar, hayattan elini eteğini çekme gibi yaklaşımlar vardır. Oysa tam tersidir. Meditasyonda algılar olabildiğince açık olmalıdır. Yoksa, gerçek nasıl anlaşılabilir?
Meditasyonda kendini duyulara, algılara kapama değil, tam tersi, olabildiğince duyarlı olmak vardır. Meditasyon, kalıplaşmış düşünceden arıtılmış bir zihinle bilinçli olmayı, uyanık olmayı amaçlayan bir yöntemdir. Zihnin çalkantılı, karmaşık yüzeyini zihnin dingin, berrak tarafını devreye sokarak yatıştırmaya çalışmak meditasyonun temel amacıdır.
Meditasyon – Farkındalık İlişkisi
Hayatınızı İyileştirecek 3 Adım isimli yazımda meditasyonun iki ilkesinden söz etmiştim: Samatha ve Vipassana. Vipassana (derinlemesine görme) bize, bir içgörüyle gerçekliğin doğasını görmemizi sağlar. Bu içgörüyü gerçekleştirebilmek için öncelikle Samatha ilkesinin üç işlevini (durma, sakinleşme, dinlenme) gerçekleştirmeye ve geliştirmeye ihtiyacımız var. Bu da, Sekiz Aşamalı Yüce Yol öğretisinin Doğru Farkındalık (samyak smriti) adımıdır.
Doğru Farkındalık adımını Usta Thich Nhat Hanh şöyle özetliyor:
“Farkındalık, şimdiye geri dönmeyi hatırlamaktır. Farkındalık sahibi olduğumuzda, düşüncemiz Doğru Düşünce, konuşmamız Doğru Konuşma olur ve diğerleri de bu şekilde ilerler. Doğru Farkındalık bizi şimdiki ana geri getiren enerjidir.”
Farkındalığın Sanskritçesi, smriti, “hatırla” demektir. Samyak ise “tam, eksiksiz” anlamına gelir. Ayrıca “doğru yolda, düzgün, eğik ya da çarpık olmayan, dik” anlamına gelen bir zarf. Doğru Farkındalık örneğin, farkında olmanın doğru, düzgün ve faydalı yolları olduğu anlamına geliyor. Doğru dediğimizde bu, bir yargı ile karar verilmiş kalıplar, standartlar düşünülmemelidir. Doğru Farkındalık; yargılardan, kalıplardan uzak açık bir zihinle, her şeyi olduğu gibi görmek, farkına varmaktır.
Duyularımız olabildiğince keskin ve açık olduğunda, çevremize, özümüze ve zihnimizin derinliklerine ulaşabiliriz. Bunu, sözcüklerin yarattığı kıyaslamalar, yargılamalarla değil, algılarla bilinç arasına bir engel koymadan yapabilmeliyiz. Dünyayı sözcüklere verilen anlamlar ile algıladığımızda ayrımlar yapmaya, iyi-kötü, güzel-çirkin, hoş-hoş olmayan gibi yargılamalara başlıyoruz. Böylece gerçeği olduğu gibi değil de düşüncelerimizle ve bu yolla yaptığımız ayrımlarla görmeye başlıyoruz.
“Bir çan sesi duydunuz, hemen karşılaştırmaya, kıyaslamaya, yargılara varmaya başlıyorsunuz. Bu sesin hoşunuza gidip gitmediğini, bunun bir kilise çanı mı yoksa bir ağıt çanı mı olduğunu düşünüyorsunuz. Böylece her düşünce, her yargı çanın gerçek sesini giderek hafifletiyor. Sonunda çanın sesini duymaz oluyoruz. Artık bilince ulaşan, yalnızca çanın sesinden gelen düşüncelerimizdir.”
– Philip Kapleau
Gerçeğin sözcüklerle ve kavramlarla değil de yaşamla kavranabileceği, bu sözle çok iyi açıklanmış. Öğretinin sözcükleri ve kavramları yadsıdığı ya da önemsiz gördüğü anlaşılmasın. Öğreti, sözcüklerle ve kavramlarla sınırlı kalmadan, gerçeğin tüm açıklığıyla görülmesini sağlamak istemektedir.
“İnsan kendi yaratısı olan şeylere tutsak olmak eğilimindedir. İnsan birçok aletler yapıyor, çeşitli alanlarda da bu aletleri etkin bir biçimde kullanıyor. Ama her defasında kendi yaptığı aletlerin kendisi üzerinde egemenlik kurmasına karşı koymadan boyun eğiyor. Sonuç, kendi kendine egemen olmak yerine kendi yaratısı olan çevresel etkilere tutsak olmak… İşin en acı yanı, bunun böyle olduğunun farkında da değil. Özellikle düşünce alanında bu böyle… İnsanın sözcükleri, kavramları yaratmış olması kuşkusuz en büyük başarısıdır. Bu başarı olmasaydı hayvansal yaşamdan insansal yaşama geçemeyecekti. Ama şimdi de somut gerçeklerin yerine sözcükleri, kavramları koyuyor. Sözcüklerin, kavramların kendi yaratısı olduğunu ve gerçeği olduğu gibi yansıtmadığını unutuyor.”
– Daisetsu T. Suzuki
Aynaya her şey yansır; ancak yansıyan şeyler ayna üzerinde iz bırakmaz. Şeyleri, sözcüklerin aracılığı olmadan kavradığımızda, zihnimizde şekillenmelere, koşullanmalara yol açmaz.
Farkındalık – Nefes İlişkisi
“Zihni arıtmak için acıyı yok etmek, yenmek, doğru yolu bulmak, Nirvana’yı gerçekleştirmek için yalnız bir yol vardır. Bu yol; dikkati ayakta, dikkati uyanık tutmanın şu dört uygulamasıdır. İnsan; gövdesinin, duygularının, ruhsal durumlarının, düşüncelerinin farkında olmalıdır. Gövdesinin farkında olmaksa, nefes alıp verdiğinin farkında olmakla başlar.”
– Buda (Satipathana Sutra)
Nefes alıp vermenin nasıl farkında olabiliriz?
“…Derin bir nefes alınca derin bir nefes aldığının, derin bir nefes verince derin bir nefes verdiğinin, sığ bir nefes alınca sığ bir nefes aldığının, sığ bir nefes verince sığ bir nefes verdiğinin farkında olmalıdır. Bu yola yeni girmiş kimse nefesini sayarak başlamalıdır. En az beş en çok on kez nefesini saymalı, sonra ara vermeden yine yeni baştan saymaya başlamalıdır. Eğer aralık verecek olursa düşünceler tıpkı kapalı bir ağıldaki inekler gibi kıpırdaşmaya çalkalanmaya başlar. Eğer sayma işlemini on sayısında kesmez ve sürdürürse bilinç sayma işlemi üzerinde yoğunlaşır. Oysa bu uygulamanın amacı sayma işlemi değil, nefesi bilinçleştirmektir.”
– Buda
“Nefes aldığım için şükrediyorum.” Nefes alıp vermeyi küçümseyen, basitleştiren bireylerin olduğunu gördüm, görüyorum. Böyle düşünen biri, okyanus yüzeyindeki dalgalarla boğuşan bir gemiden başka birşey değildir.

Kişi, nefesine duyarlı olunca, yaşadığının farkında oluyor. Gelecekte ya da geçmişte değil şimdide yaşamaya başlıyor. Duyuları kendisine ve çevresine karşı açık ve daha duyarlı oluyor. Özünden ve yaşamdan kopmadan kendini ve yaşamı bütünlüyor.
Bilim ve Öğretinin Işığında Nefes Alıp Verme
“Bir gün halktan biri Zen ustası İkkyu’ya, ‘Ustam en yüce bilgeliğin temel kurallarını şu kağıda yazıver.’ deyince hemen fırçasını alıp kağıda ‘Dikkat!’ diye yazmış, Adam; ‘Hepsi bu mu? Yazacak başka bir şey yok mu?’ diye sorunca, bu kez fırçasını tekrar almış ‘Dikkat! Dikkat!’ diye iki kez yazmış. Adam biraz can sıkıntısıyla, ‘Bu yazdığında öyle ince bir anlam, fazla bir derinlik göremiyorum.’ deyince de, bu sefer kağıda ‘Dikkat! Dikkat! Dikkat!’ diye üç kez yazmış.”
– Philip Kapleau (The Three Pillars of Zen
Kendimize şu soruyu sorabiliriz: Nefese odaklanmak neden bu kadar önemli?
Meditasyonun temelinde; nefes alıp vermenin farkında olmakla başlayan bilinçli bir uyanıklık durumu vardır.
Önceki bölümde sözünü ettiğim gibi nefes, kişinin özüyle ve yaşamla bütünleşmesini sağlıyor. Nefes alıp verirken zihnimizi kendimize odaklarız. Nefesin tüm solunum sistemi boyunca izlenmesi zihni dağıtır, odaklanmayı güçleştirir. Bunun olmaması için odak noktası, havanın ilk değdiği burun delikleri ya da karın olmalıdır.
Sevindiğimizde, “Midemde kelebekler uçuşuyor.” deriz. Üzüldüğümüzde, midemiz bulanır, yanma hissederiz. Yeni tanıştığımız birine hiçbir neden yokken kuşkuyla yaklaşabiliriz. Kimi zaman duygularımızın mantıklı bir açıklamasını yapamayız ancak bir şeylerin yolunda olmadığını hissederiz.
Bunlar gibi birden ortaya çıkan, güçlü ve görmezden gelemeyeceğiniz duygulara, içgüdüsel duygular (gut feelings) deniyor. Daha halk dilindeki deyişiyle; altıncı his, içimdeki ses de diyebilirsiniz. Bu durum, bedenimizin duygusal ve içgüdüsel merkezi olan mide/bağırsak bölgesinin -ikinci beyin- beynimizle bağlantısıyla ilgilidir.
Uzak Doğu geleneğinde ise bu bölge, enerji merkezi kabul edilen, çakra sisteminin parçası olan; duygularımızı, tepkilerimizi, kişiliğimizi yöneten Solar Plexus Çakra ile ilişkilidir. Yaşam enerjisi (prana) sağlayan çakra sistemi gücünü nefesten alır.
Farkındalıkla nefes alıp verme uygulaması yaparken enerjinin bedenimize ilk giriş yaptığı nokta burun deliklerine ya da karın bölgesine odaklamamızın nedeni işte budur.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığım, konunun hem bilimsel hem de Uzak Doğu felsefesi açısından zihin/beden ilişkisiydi. Tüm bunlar duygularımızı zihnimizden çok, bedenimizde daha fazla hissettiğimizi gösterir. Özetle, duygularımızı dikkatimizi bedenimize yönelterek yönetebiliriz.
Meditasyon Nasıl Mutlu Eder
Samatha ilkesinin üç işlevini (durma, sakinleşme, dinlenme) artık biliyorsunuz. Bu ilke Doğru Farkındalık adımını gerçekleştirmek için gereklidir. Bunu zihnin dingin ve berrak durumunu canlı tutarak gerçekleştirebiliriz. Bu şekilde zihnimiz daha iyi odaklanabilme yeteneği kazanır, dengelenir. Yeterince uygulama yaptığınızda, istediğiniz zaman zihninizi bu dingin duruma getirebilirsiniz.
İçinde tortu olan bir sürahi suyu sürekli salladığınızda, su bulanık görünür. Sürahiyi sallamayı bırakıp masanın üzerine koyduğunuz zaman suyun çalkantısı durulacaktır.
Bir süre sonra bütün tortular sürahinin dibine çökecek ve su berrak görünecektir. İçinde tortu bulunan sürahi örneği en az 2600 yıl eskiye dayanan, dingin ve uyanık zihin için yapılan bir benzetmedir. Sürahideki su gibi zihnimizi çalkantılardan kurtardığımızda zihnimiz tıpkı su gibi dingin ve berrak olacaktır.
Mutluluk zihnin doğal hâlidir.
– Allan Wallace
Zihnimiz dinginleştikçe ve berraklaştıkça doğal durumuna geri döner. Bu doğal durumun adı mutluluktur.

Öyleyse, kalıcı mutluluğa ulaşmak için dikkatimizi nefesimize vermemiz yeterli görünüyor. Başka bir yerlerde aramaya, çabalamaya gerek yok.
Sonsöz
Bir meditasyon rehberi olarak bu unvan kadar önemsediğim, öğretiyi ve amacını incelemek. İnsan özünü anlamadığı bir şeyi başkasına nasıl anlatır, öğretir?
Yine de sözcükler, kavramlar, kalıplar üzerinde yoğunlaşarak onlara takılı kalmanın da burada anlattıklarımla çelişen bir durum yaratmasını istemem. Böylesi, gerçekleri kaçırmak demek olur. Her şeyde olduğu gibi kendi zekamızla gerçeği iyice anlamalı, uygulama için bir rehberin yardımını almalıyız. Teori önemlidir ancak bu, yalnızca bilgi dağarcığımızı genişletmeye değil gerçek benliğimizi uyandırmayı amaçlamalıdır.
Meditasyonun gizemli bir yanı yoktur. Meditasyonda bir gizem varmış gibi düşünülmesi öğretinin tam anlamıyla bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Önce teori bölümü anlaşılmalıdır ki doğru uygulama yapılabilsin. Meditasyon zihnin eğitilmesidir.
Farkındalık, bir meditasyon uygulamasıdır. Farkındalık, derinlemesine bakmamızı ve neler olup bittiğini görmemizi sağlar. Farkındalık, hatırlamaktır. Nerede olduğumuzu, ne yaptığımızı ve kiminle olduğumuzu unutmamak. Her şeyi farkındalıkla yapmak, meditasyon pratiğidir.
Nefes, zihni eğitmek için kullanılan bir araçtır. Bedenin ve zihnin bir olduğunu anlamamıza yardımcı olur.
Usta İkkyu’ya sorulan soruyu hatırlayın. Yanıtı anlamaktan çok onda bir derinlik bulmaya çalışmak, bizi gerçekten uzaklaştırır. Algılarımızla oluşan yargılarımız, kavramlar, standartlar bizi derinlere taşımak yerine okyanustaki dalgalara, sürahideki çalkantıya kapılmaya zorlayacaktır.
Meditasyonda da bir gizem aramak yerine onu içgörü kazanmak için kullanmalıyız. Böylece, mutluluğun kapısını açabiliriz.
Sevgiyle ve farkındalıkla kalın.
Yorum